Kuş yuvasının yapısal gücü ve güzelliği dikkat çekici ama insan ölçeğinde nasıl kullanılabilir ki? Mimarlık firması Herzog & de Meuron bu sorunun cevabını dünyanın son zamanlardaki en görülmeye değer binalarından birini, 2008 Pekin Olimpiyatları’nın başyapıtı Kuş Yuvası Stadyumu’nu üreterek verdi. Ön cephesi, içleri gerçek bir kuş yuvasındaki çamur, kuş tüyü ve yosunla aynı yalıtım özelliklerine sahip şeffaf panellerle doldurulmuş binlerce çelik daldan oluşuyor. Paneller izleyicileri rüzgar ve yağmurdan koruyor ama güneş ışığının aradan süzülüp çimleri beslemesine imkan bırakıyor. Cephedeki boşluklar doğal havalandırma sağlıyor çünkü hava halka açık salonlardan stadyumun içine girip daha sonra çatıdaki deliklerden dışarı çıkıyor.

Stadyum küresel bir abide olma hayalini gerçekleştirdi. Elips biçimindeki kafes kabuğun baş döndürücü güzelliği, Çin’in cesur ve yaratıcı riskler alan bir yer olma itibarını sağlamlaştıran estetik bir zafere imza attı. Daha da etkileyici olan radikal yapının bir tür otoriteciliğe dönüşen modernizmin kurallarını yıkması oldu.

Hangi alanda çalışırsanız çalışın doğa size her zaman yeni içgörüler sağlayabilir. Doğa gereklilik sonucu yaratıcıdır. Dört dörtlük bir problem çözücüdür. Hayvanlar, bitkiler ve mikroplar yetenekli mucitler ve üst düzey mühendislerdir. 3.8 milyar yıllık bir evrimden sonra neyin işe yaradığını, daha da önemlisi neyin kalıcı olduğunu çözdüler. Bizim birkaç dakika içinde erişebildiğimiz çözümleri geliştirmek onların milyonlarca yılını aldı.

Yaratıcı düşünürler doğal dünyadan elde edebileceklerini değil, ondan neler öğrenebileceklerini esas alarak düşünürler. Doğanın en iyi fikirlerini inceler ve çeşitli problemleri çözmek için onları taklit ederler.

Nike tasarımcıları Oregon Hayvanat Bahçesi’ndeki dağ keçilerini incelediler ve her arazide giyilebilen ayakkabı Goatek Traction’ı geliştirdiler. Clarence Birdseye, Kanada’da yolculuk yaparken doğal olarak donup daha sonra çözülen bir balık yedi. Doğanın fikrinden faydalandı ve donmuş gıda endüstrisi uçuşa geçti. Dr. René Laennec, stetoskobu karşı uçtan gelen sesleri katlayarak aktaran uzun ve içi boş bir borunun ucuna kulağını dayayan çocuktan esinlenerek icat etti. Turner doğayı gözlemlemek ve özünü tablolarına yansıtmak için korkunç bir fırtına sırasında kendini bir geminin direğine bağlattı.

Jørn Utzon’un ikonik Sydney Opera Binası’nı tasarlarken öğle yemeğinde yediği ortadan ikiye bölünmüş bir portakaldan esinlenmişti. Binanın on dört kabuğu, bir araya getirilseler kusursuz bir küre oluşturacak lardı. George de Mestral kırda yürürken giysilerine yapışan pıtrakları fark etti. Pıtrakların minik kancalarını taklit ederek Velcro’yu (cırt cırt) geliştirdi. Japonya’nın Shinkansen hızlı treni bir yalıçapkınının aerodinamik gagasını model almıştı.

Bir zincir biçiminde sarkan birbirine dolanmış sarmaşıklar asma köprü tasarımına ilham oldu. Pek çok besteci ilham için kuş seslerini kullandı: Olivier Messiaen bu akımın temsilcilerindedir, tıpkı Beethoven, Handel, Mahler ve Delius gibi Silikon Vadisi’nin pek çok şirketi modellerini canlı organizmalardan esinlenerek oluşturdular. Bu, değişimlere kolayca uyum sağlamalarını ve piyasadaki gelişmelere göre hızla yeniden yapılanmalarını sağlıyordu. Hangi alanda olursanız olun, doğa mutlaka konunuzla alakalı bir şey üretmiştir. Hayvan, bitki ve mineralleri keşfedin. Size neler öğretebilirler? Doğayı kullanılacak bir materyal kaynağı olarak değil, bir fikirler kütüphanesi olarak düşünün.

Doğadan daha iyi bir tasarımcı yok.” Alexander McQueen